Hikâyemin ilk bölümü için en başa, çocukluk yıllarıma dönmek istiyorum. Çünkü insanı şekillendiren en önemli yıllar bence oralar.
İstanbul Bakırköy’de doğdum. Çocukluğum, toplamda iki kez taşındığımız üç kiralık evde geçti. Belki de o yüzden hiçbir eve tam anlamıyla “bizim evimiz” gözüyle bakamadım. Ama bu durum bana esneklik ve uyum yeteneği kazandırdı.
Babam iktisat fakültesi mezunuydu. Ticaretle uğraştı, iş kurdu, battı, yeniden başladı. İki kez iflas etti ama hiçbir zaman yılmadı. Bugün dönüp bakınca, babamın azmini ve “yeniden başlayabilme” cesaretini hayatımda çok önemli bir ilham kaynağı olarak görüyorum.
Annemin hikâyesi ise başka bir açıdan içimde derin izler bıraktı. Okumak istemiş ama ailesi izin vermemiş. Ortaokuldan sonra eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmış. Yıllar sonra dışarıdan lise bitirdi. 1980’de babamla evlenip İstanbul’a taşınacağı sırada darbe olmuş, tayinler durmuş, o da maliyedeki işinden ayrılıp ev kadını olmuş. Yani annemin yolunu aslında bir darbe şekillendirmişti. Belki de bu yüzden ben hep özgürlüğün, eğitimin ve fırsat eşitliğinin önemine inandım.
Çocukluğumda büyük ayrıcalıklarım olmadı. Devlet okullarında okudum. O yıllar çok parlak bir öğrenci değildim ama meraklıydım. Hayatın bana daha ileride açacağı kapıları henüz bilmiyordum.
Bugünden bakınca, çocukluk yıllarım bana şunu öğretti: Hayat kolay değil ama insana çok şey öğretiyor. Önemli olan düşmek değil, düştüğünde kalkabilmek.